Yunanistan ne istiyor?
Yunanistan mesafe fark etmeksizin kendine ait adalar üzerinden Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi’nde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge iddiasında bulunuyor. Dünya genelinde eriştiğimiz kaynaklara göre böylesine tezat bir duruma emsal bulunmamakta. Bu sebeple diyalogdan uzak ve hep bencilik ile Yunanistan bölgede tansiyonun yükselmesine, bölgesel işbirliği ve istikrarın tehlikeye girmesine sebep oluyor.
Türkiye ne istiyor?
Bilindiği üzere ülkemiz 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf değil. Taraf olmayışın en büyük sebebi ise Yunanistan ile yıllardır süre gelen ada, kayalık, sahanlık, mil sorunları. Son dönemlerde yaşanan Meis Adası gerginlikleri ile beraber Türkiye, Paris Barış Konferansı ve Lozan Barış Antlaşması’nda belirlenen ve adaların statüsü için uzlaşılan şartlara Yunanistan’ın ters düştüğünü belirtiyor.
Benzer sorunlarda Birleşmiş Milletler’in hakemliği nasıl oluyor?
Birleşmiş Milletler kendisine ulaşan bu tarz durumlarda konuyu taraf ülkelerin anlaşmasına bırakıyor. Bu aşamada iki ülke arasında müzakerelerin sakin geçmesi için hakemlik ediyor, konuyu savaşla çözümleme seçeneğinden uzak tutuyor. Kendisi bir hüküm verici rolü taraf devletler istemedikçe edinmiyor. Aynı körfezi veya denizi paylaşan iki veya üç devlet bulunduğunda Birleşmiş Milletler aralarında bölgeyi sorun kalmayacak şekilde paylaşmalarını, sonrasında yeni deniz sınırları kendisine iletilmesini talep ediyor. İskandinav ülkeleri adalarla ilgili sorunları ve deniz sınırlarını kendi aralarında bu şekilde belirlemişlerdi. Türkiye, konunun yargıya taşınacak tartışmalı bir yönü olmadığını düşünüyor. Buna rağmen yapıcı olarak her platformda diyaloga açık hareket ediyor. Yunanistan ise ilginç bir şekilde bu diyalogdan haksız olduğu halde uzak kalıyor. Normalde bu tarz meselelerde genel olarak muhattap Birleşmiş Milletler’dir. Ülkemizin 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmayışı Yunanistan’ın dayatma imkanını elinden alıyor. Bu sebeple şu günlerde sahnede NATO var. NATO doğu kanadında iki müttefik ülkenin olası savaşını kesinlikle istemiyor. Rusya’ya karşı oluşacak bir boşluk fazlası ile gerginliğe şimdiden sebep oluyor. Soğuk Savaş bitmiş olmasına rağmen Rusya telaşı sürüyor olacak ki NATO en çok askerini Doğu Avrupa’ya yığmış durumda.
Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davası (1969)
Dava Almanya, Hollanda ve Danimarka arasında kıta sahanlığı sebebi ile yaşandı. Almanya davada bir tarafken, iddialarının aynı olması sebebiyle Hollanda ve Danimarka da bir taraf olmuştur. Almanya ile bu iki devlet arasındaki kıta sahanlığı yan sınırının saptanması sorununun çözümlenmesi için Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) taşımıştır.
Hollanda ve Danimarka 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne (CKSS) taraf oldukları için bu sözleşmede yer alan 6. maddeye dayanarak hukuken haklı olduğunu iddia etmiştir.
UAD tüm bu durumları göz önüne alarak eşit uzaklık ilkesinin hakkaniyete aykırı durumlara yol açtığını tespit etmiş, kıta sahanlığı konularında eşit uzaklık ilkesinin her durumda uygulanamayacağına hükmetmiştir. Bu kararda Almanya’nın 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne (1958 CKSS) taraf olmayışı dayatmaların önüne geçmiş ve bu kararın alınmasında fazlası ile etkili olmuştur.
İngiltere – Fransa Davası (1977)
İngiltere, Fransa ve Kuzey İrlanda, beş hakemden oluşan Hakem Mahkemesi’ne konuyu taşımıştır. İngiltere ve Fransa arasındaki Manş Denizi’nde kıta sahanlığı sınırlarının tespit edilmesini ve harita üzerinde mevkilerinin belirtilmesini talep etmişlerdir. Davada olan tüm ülkeler CKSS’ye taraftır. Kıta sahanlığının koşu devletler arasında sınırlandırılması sürecinde ilk defa adalar başrolü oynamıştır. Fransa kıyılarına daha yakın olan St. Malo Körfezi içinde İngiltere’ye ait olan Kanal Adaları (Channel Islands) grubunun bulunmaktadır. Bu sebeple İngiltere, 1958 CKSS 1. Madde (B) hükmü uyarınca adalarına da kıta sahanlığı hakkının tanınması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu adalar harita da incelediğimiz üzere Fransa ana karasına çok yakındır. Bu durum Türkiye için Meis – Kızılhisar Adası gerginliklerinde geçen kıta sahanlığı sorunları ile çokça benzerlik içermektedir.
Mahkeme, İngiltere ve Fransa arasındaki Manş Denizi kıyı uzunluklarının ve kanal genişliğinin ortalama olarak birbirine eşit olduğunu belirtmiş, adaların bulunmaması durumunda bu kıyılardan ölçülecek olan eşit uzaklıktaki orta hattın kıta sahanlığının eşit olarak iki devlet arasında paylaştırılması sonucunu doğuracağını, iki devlet arasındaki eşit koşulların adaların coğrafi konumundan ötürü bozulduğunu, kıta sahanlığının sınırlandırılmasında adalara tam etki tanımanın bu adaların bulunmaması durumunda Fransa’ya ait olacak kıta sahanlığının esaslı bir biçimde azalması sonucunu doğuracağını saptamıştır.
Verilen sonuç hükmünde, Fransa kıyılarındaki İngiltere’ye ait Kanal Adalarının Manş Denizi’ne bakan yüzlerinde 12 mil genişlikte bir cep bölge bırakılmasına ve Manş Denizi’ndeki kıta sahanlığı sınırının, iki devletin ana kara ülkelerinin kıyılarını esas alan eşit uzaklıktaki orta hat olmasına karar vermiştir.
Tunus – Libya Davası (1982)
Birleşmiş Milletler tarafından tarihi körfez olma durumu bile tartışmalı olan bir bölgede, taraf iki ülke doğal uzantı metodunun uygulanmasını talep etmiştir. Libya kara kütlesinin temel alınmasını istemiş, Tunus ise kıyının temel alınması gerektiğini iddiaa ederek bu talebe karşı çıkmıştır. Mahkeme, doğal uzantı kavramının kıta sahanlığının sınırını belirtmekten ziyade, kıyı devletinin deniz altında uzanan alan üzerindeki hak ve yetkilerini açıklamak ve geçerli kılmak amacına yönelik bir ilke oluşturduğu değerlendirilmiştir.
Mahkeme, Tunus’a ait olan adalardan Libya’ya yakın olan Cerbe Adası’na hiç yetki vermezken Tunus kıyılarına yakın olan Kerkennah Adası’na ise yarım yetki verilmesine hükmetmiştir.
ABD – Kanada Maine Körfezi Davası (1984)
1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzalanmasını takiben yargıya taşınan ilk dava olmuştur. ABD – Kanada Maine Körfezi uyuşmazlığında, taraflar kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırı olarak tek bir çizginin çizilmesini talep etmiştir. Taraf olan iki ülke de 1958 CKSS’nin tarafıdır. UAD’a yaptıkları başvuruda gerek Kanada gerekse ABD, sınırlandırmanın hakkaniyet ve nısfet uygunluğa göre yapılmasını talep etmiştir. İlkeler kapsamında doğal uzantının gözetilmesi hususunu da belirtmişlerdir. Maine Körfezi, sürekli tek bir jeolojik kütle üzerinde bulunduğundan ve onu iki ayrı jeomorfolojik birime ayıran bir unsur da mevcut bulunmadığı için, mahkemenin kararında jeolojik etkenler rol oynamamıştır.
Kanada, kara sınırıyla kıyının kesiştiği noktada iki devletin coğrafi konumunun yan yana olduğu anlayışından yola çıkarak, eşit uzaklık ilkesinin uygulanmasını talep etmiştir. ABD’nin mahkemeye sunduğu yazılı görüşlerinde, hakkaniyet ve nısfet uygunluğa göre “kıyıların uzunluğunun oransallığı” (Toluner,1996) önemli bir yer tutmuştur.
Divan, ABD’nin Kanada’ya göre daha uzun olan kıyıları nedeniyle kıyı uzunlukları arasındaki farklılığın belirli bir ağırlıkta özel şart doğurduğunu ve belirlenecek sınır çizgisinin “oransallık” dikkate alınarak düzeltilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Maine Körfezi Davası’nda adalarla ilgili olarak; meskun olmayan kaya ve cezir yükseltilerinin önemi olmamakla birlikte, Seal Adası gibi ihmal edilemeyecek adalara da yarım etki (Kıyı uzunlukları nedeniyle tespit edilen düzeltme oranı 1.38 iken, Seal Adası’na tanınan yarım etki sebebiyle bu oran 1.32 olarak kabul edilmiştir.) tanınabileceği belirtilmiştir.
YAZAR
ABDULLAH TAHA YAĞIZ
Kaynaklar:
Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi / Bahcesehir University Maritime and Global Strategies Center
TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ’DE KIT’A SAHANLIĞI VE MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGE SINIRLARININ BELİRLENMESİ YÜKSEK LİSANS TEZİ (Murat UĞUR) Deniz İşletmeciliği Ana Bilim Dalı : nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/42905.pdf
https://twitter.com/clashreport/status/1296155279382458368