Atatürk’ün Samsun’a çıkmasından 3 yıl sonra 159 güverte, 68 makine ve bir gemi inşa mühendisi ile 5 doktor Anadolu’ya kaçıyor; işte bu 233 kişi 300.000 ton savaş malzemesini taşıyor. Bu yüzden Atatürk ”Gözüm Sakarya’da kulağım İnebolu’da” demiştir.
Atatürk, Çanakkale Muharebeleri esnasında şöyle diyor;
Karada kıstırılmış durumdayız, tıpkı Ruslar gibi. Boğazları tıkamakla Ruslar’ı Karadeniz’in içine kapamış olduk ve eninde sonunda çökmeye mahkum ettik, çünkü müttefikleri ile bağını kesmiş olduk. Ama biz de çökmeye mahkumuz hem de aynı nedenlerden. Gerçi Akdeniz’in Karadeniz’in Hint Okyanusu’nun eteklerindeyiz ama herhangi bir okyanusa açılamıyoruz. Deniz Kuvvetlerinden yoksun bir Kara Kuvveti olarak yarımadamızı Kara Kuvvetini çekinmeden getirecek olan bir kuvvete karşı hiçbir zaman savunamayız”.
Deniz İşleri Müdürlüğü’nün başına getirilen Abdurrahman Fevzi diyor ki;
Hiçbir milletin Deniz Kuvvetleri, bizim bugün içinde bulunduğu zorluklarla karşılaşmamıştır. Deniz Kuvvetlerimizin materyali bugün Abdülhamid istihbaratının bıraktığı mirastan daha sönük ve daha azdır. Buna rağmen personelin subay kısmı en yeni bir donanmayı en üstün bilgiler ile sevk ve idare edecek kifayet ve kabiliyettedir. Hala Deniz Kuvvetlerimizin kadrosunu teşkil eden subaylar Deniz Kuvvetlerini ve donanmayı ölümsüzlük sırrına eriştirmekle mükelleftirler”.
Bu kadar Soğuk Savaş dönemlerinde yaşananlar, Marmara Gölcük Depremi, Balyoz ve Ergenekon casusluk kumpasları, 15 Temmuz darbe girişimi, ama Türk Donanması hala görevinin başında ve Akdeniz’de sapasağlam duruyor. O yüzden Abdurrahman Fevzi Binbaşı’ya burdan mesajımızdır, donanma ölümsüzlük sırrına erişmiştir.

13-20 Eylül tarihleri arasında eşi Latife Hanım’ı da alarak Hamidiye Kruvazörü ile Karadeniz turuna çıkıyor. İlk defa orada donanmayı yakından tanımak ve çekirdek bir donanma kurmanın hayalini kuruyor. Sürekli olarak gemi komutanı ve subaylarına söylediği ”Donanmasız Anadolu olmaz.” Bu turdan ayrılırken geminin jurnaline şunları yazıyor;
“Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devleti’nin Donanması da mühim ve büyük olmak gerektir. O zaman Türkiye Cumhuriyeti daha müsterih ve emin olacaktır. Mükemmel ve kaadir bir Türk Donanmasına malik olmak gayedir. Bunun ilk azimet noktası, savaş gemisi tedarikinden evvel onları muvaffakıyetle sevk ve idareye muktedir kumandanlara, zabitlere, mütehassıslara malikiyettir”.
Bu donanmanın oluşumu ile ilgili temel teorik felsefesidir, bu deniz gücüne yönelik yani askeri güce olandır.
Mustafa Kemal daha sonraları başka yerlerde şu direktifleri veriyor;
Dış pazarlardan satın alınan gemiler ile donanma yapılamadığını siz de biliyorsunuz. Donanma sadece kıyıyı koruyacak bir kuvvet değil, bundan daha önemli olarak deniz yollarının güvenliğini sağlayacak bir kuvvettir. Anadolu’da yaşadıkça bu bakımdan ihtiyacımız daha büyüktür. Evvela çekirdek bir donanma tedarik etmek ile yetinip, deniz sanayi ve ticaretimizi geliştirmeliyiz. Bundan sonra memleket sanayinden fışkıracak donanmayı yapmak kolay olacaktır. İlk beş senede kendimizi toplayıp devrimleri yaparız, ikinci beş senede dünyaya kendimizi tanıtırız, üçüncü beş senede İngiliz Kralı’na yurdumuzu ziyaret ettiririz”.
Hamidiye ile gezisinden döndükten sonra ilk iş, Topçu Binbaşı İhsan Eryavuz’u yanına çağırarak;
B
ahriyenin hali çok kötü, toparlamamız lazım diyor. Binbaşı pek anlamadığından peki paşam cevabı veriyor. Ardından Atatürk, seni bakan yaptım diyor. Binbaşı şok oluyor ve diyor ki, paşam ben daha yüzme bilmiyorum, ben daha sandal ile korvet veya fırkateyni ayırt edemem. Atatürk bunun ardından, olsun diyor ama namuslu birisin.
İsmet İnönü ve Mareşal Fevzi Çakmak maalesef ki Deniz Kuvvetleri’nin gelişmesini istemiyorlar, çünkü Atatürk 1925 bütçesinde kendi onayı ile bahriyeye inanılmaz bir bütçe sağlıyor. Tabi bu bütün dengeleri alt ediyor ve karacılar bu işe çok kızıyor, o andan itibaren Bahriye Bakanlığı‘nın, Milli Savuma vekaletinden ayrı bir kurum olarak kurulmasına karşı çıkıyorlar. Bu bakanlık Gölcük Tersane‘sini kurmuştur. İtalya’dan dört muhrip, Hollanda’dan iki ve yine İtalya’dan iki denizaltı alarak modern bir donanmanın çekirdeğini oluşturmuştur.
Aynı zamanda donanma şapka devrimini üç ay erken yapıyor, şapka dönemini en erken uygulayan kurum olarakta tarihe geçiyor. Atatürk gemiye geldiğinde şaşırıyor ve ”Yavuz gemisine ilk defa geliyorum, şimdiye kadar Yavuz, Türk bayraklı bir Alman gemisiydi. Bugün yaralı da olsa şekli o zamandan daha pek çok değerlidir. Bu gemiyi Türk Milleti’nin ihtiyacı olan sağlam ve kudretli bir zırhlı şekline sokacağız. Bu kuvvet silah bakımından sizlere, dış politika bakımından da bizlere büyük hizmetler sağlayacaktır. Atatürk’ün işte bu ifadedeleri gelecekte Türk Dış Politikasının bir aracı olarak, yani Gambot Diplomasisi veya Donanma Diplomasisi için çok somut bir delildir ve hakikaten bunu kullanmıştır.
Mesela Yavuz 1930 yılında Ege’ye çıktığında yer yerinden oynuyor ve Yunanistan Başbakanı Venizelos ilk defa Atatürk‘ü ziyarete geliyor. Onu getiren ana etmen Yavuz’un Ege’ye çıkmasıdır. Yine aynı şekilde devleti ziyarete gelen tüm devlet adamları ve komutanları mutlaka bir savaş gemisinde ağırlamıştır. Türk-Bulgar Dostluk Ve Tarafsızlık Antlaşmasını uzatmak üzere İsmet İnönü ve Tevfik Rüştü‘yü Bulgaristan’a yolluyor. Bulgarlar bizi kabul etti ama antlaşmayı uzatmıyorlar sözü üzerine derhal Yavuz Varna’ya gitsin ve İnönü ile Tevfik Rüştü’yü alıp geri gelsin. 23 Eylül sabahı gemi Varna’ya varıyor ve bir selam çakıyor, yarattığı şok nedeniyle derhal antlaşma imzalanıyor ve geri geliyorlar.
Montrö Anlaşması bu zamanlarda imzalanıyor ve anlaşma uyarınca İngiliz Kralı Edward, Türkiye’ye geliyor. Siz de lütfen donanmanızı bize gönderin diyor, Atatürk’te donanmayı Malta’ya gönderiyor.
Malta’ya giden donanma için bir dergide çıkan yazı şöyledir;
Türk Denizcileri yıllardan beri ilk defa bir bütün halinde Çanakkale Boğazından çıkıp uzaklara gitti. Denizlere yıllarca hükmeden Türk Donanması’nın eski aşinası, dedelerinin eski sevgilisi Akdeniz’e dostluk ziyaretlerine gittiler, evet gittiler. 18 milyonun kalbini heyecanlara boğarak gittiler. Artık Akdeniz’de yıllardan beri süren hasret diniyor. Lakin az beklenmedi, kabuslar içinde yıllar süren bir hasretten sonra bu hasretin sonunu bildiren bir kucaklaşma, bu Tanrı’nın bile imreneceği bir tablo”.
İşte o zamanlar Akdeniz’e çıkması arzulanan donanmaya olan aşk ve hasret budur, Tanrı bile imrenecektir diyor.
6 gün süren bu ziyaret sonrası Atatürk, donanmayı Pire Limanı’na uğratıyor. Halbuki daha Büyük Taarruz biteli 14 yıl olmuş. Ziyaret esnasında Yunan Kralı, Yavuz gemimize gelerek gemideki milletvekilleri ile görüşüyor ve donanma komutanı Şükrü Okan‘a, donanmam emrinizdedir diyor. Malta sürgünlerinden 17 yıl sonra Malta’ya, Büyük Taaruz’dan 14 yıl sonra Pire’ye. Bu yolculuk aynı zamanda İtalya‘ya da bir gözdağı oluyor çünkü o zamanlar Habeşistan olayları var.
20.yüzyıla donanmasının yüzde 90’ından fazlasını kaybetmiş bir şekilde, gemisi olmadan giren Türkiye Devleti, bu olaylara rağmen Atatürk sayesinde Cumhuriyet Donanmasını kuruyor. Sivil denizcilikte ise 14 Nisan’da Liman Kanunu çıkartılıyor, 1925’te İstanbul-İzmir-Trabzon limanları millileştiriliyor ve Türk Seyrisefain İdaresi kuruluyor. 1927’de Mersin limanları devletleştiriliyor. En önemlisi 19 Nisan’da meşhur Kabotaj Kanunu yayınlanıyor. Yürürlüğe girmesi 1 Temmuz’u buluyor. Aynı zamanlarda yine Atatürk, Karadeniz sergi gemimizi yurt dışında gönderiyor. Bu gemi 12 ülkede 16 liman ziyareti ve 65 bin ziyaretçi kabul ediyor. 16 balo ve Cumhurbaşkanlığı Kutlama Senfonisi konserleri veriyor. Bu fikir dönemin dış işleri bakanınına aittir.

[bs-quote quote=”Türk Deniz Kuvvetleri’nin gerçek teorisyeni Mustafa Kemal Atatürk’tür. ” style=”style-16″ align=”center” color=”#dd3333″][/bs-quote]
1 Kasım’da meclisin açılış konuşmasında şunları söylüyor;
Arkadaşlar! En güzel coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz; denizciliği, Türk’ün büyük ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız. Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak, tersaneler, gemiler, limanlar, iskeleler inşaa edilecek. Deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü topraklarının üç bir tarafı deniz olan bir ulusun sınırını, halkın kudret ve hududu çizer”.

Türkiye’nin güvenlik ve refahı, vazgeçilmez bir şekilde çevrelendiği denizler ile iç içedir. Bulunduğumuz yarımada coğrafyası ile Türkiye bir deniz ülkesidir. Atatürk’ün ışığında, Cumhuriyet’in yüzüncü yılında vizyonumuz, Mavi Vatan’ı, Türk Boğazlarını ve Kıbrıs’ı merkezine koyan ve bu jeopolitik dengeyi sağlamış ve denizcileşmiş bir Türkiye olmalıdır.
Bir sahil kentinde doğdu, tarihin en zor savaşlarından birini kazandı, yaşamının en büyük mücadelesini denize açılarak girişti, en büyük zaferini kazanırken denizi hedef gösterdi, halkımız onu tekneden mendil sallarken, Florya plajında yüzerken, deniz mavisi gözleri gülerken anımsadı, son günlerinde en büyük isteği Savarona yatı ile denize açılıp gönlünce gezmekti ömrü yetmedi. Rüzgar yelkenlerinizi her doldurduğunda, onun bu ülkede estirdiği rüzgarları hatırlayın.
Sonsuza dek Kurtuluş ve Kuruluşa sadakatle, YAŞASIN ATATÜRK, YAŞASIN CUMHURİYET!
Yazıyı yazarken Amiral Cem Gürdeniz‘in Atatürk Sempozyumu videosundan yararlandım.
Volkan Tonbul
Mavi Vatan Misafir Yazar